top of page

Hasan Taşcı ile "Geçmişten Günümüze Gölpazarı" Röportajı

  • Yazarın fotoğrafı: Arda ÇELİK
    Arda ÇELİK
  • 5 May 2022
  • 5 dakikada okunur

Güncelleme tarihi: 30 Haz

Araştırmacı-Yazar Sayın Hasan Taşcı ile Teyakkuz Yayınları’ndan çıkan yeni kitabı üzerine konuştuk! “Geçmişten Günümüze Gölpazarı – Düğün Adetleri” kitap röportajının ayrıntıları…


Hasan Taşcı ile Geçmişten Günümüze Gölpazarı Röportajı - Arda ÇELİK - www.tahakkum.net

I. BÖLÜM


-Sayın Taşcı, kitabınızın girişinde “kendisinin isteği üzerine memleketine dönerek ortaokulu Gölpazarı Ortaokulu’nda bitirmiş” tümcesi geçiyor. Gölpazarı sevgisi nereden geliyor?

 +Gölpazarı’na dair anılarım çok canlı. Çocukluğum Gölpazarı’nda geçti, İsmetpaşa Mahallesi’nde. Dedemle ninemin yanında. Çocukluğumun geçtiği evi tarif etmem gerekirse, Gölpazarı evleri gibi iki katlı alçak evlerden… Biz sabahları mutun sesiyle uyanırdık. (Mut, biz Macırlarda yayık demektir.) Çok fazla şeyimiz yoktu, mutluyduk. Bizim Gölpazarı sevdamız nenemizden, dedemizden kaynaklanıyor. Yoksa ahım şahım zenginliğimiz, toprağımız yoktu. Gübre kokan avlumuz vardı. Dut ağacı olan avlumuz vardı... Haylazlıkla geçti çocukluğum. Toprağa yatıp gökyüzüne bakıp çok hayal kurdum. Kurşunlu Dağı’ndan esen rüzgarla gelen, şiddetli yağmurda çok ıslandım… Aslında benim özlemim dedemle, nineme…

 

-Kitap yazmaya nasıl karar verdiniz?

 +Pandemide evlere tıkılınca, kendimi okumaya verdim. Gölpazarı ile ilgili açılmış sosyal medya sayfalarına girdim. Derken bir baktım araştırmalara başlamışım. 1964 yılında kaleme alınmış, 100 Temel Eser arasında yer alan Şükrü Elçin’in derlediği “Gölpazarı Bilmeceleri” ile karşılaştım. Fakat kimse bunun farkında değildi! Gölpazarı’nda bilmece kültürü varsa, aşık kültürü de vardır diye düşündüm. Araştırmalarım derinleştikçe hem çocukluğumdan hem okuduklarımdan esinlenerek öyküler yazmaya başladım. Çocukluğumda Remziye Teyze’den, isli lamba altında dinlediğim cin-peri masalları beni bu yola teşvik etti. Yazdıklarımı, sosyal medyada yayınladıktan sonra insanlar ilgi gösterdi. Böylece gelişti. 144 sayfalık kitapta 53 kaynak kullandım. Bilecik ile ilgili ne varsa Ankara’daki tüm kütüphaneleri dolaştım… Sağ olsun İsmail Çınar Abimiz de çok yardımcı oldu kitabın hazırlanmasında, defalarca saatlerce görüştük. Kitap uzun ve detaylı araştırmaların sonucu olarak ortaya çıktı.

 

-Kitap, halkbilimi türünde. Düğün adetlerine odaklanmakla beraber; türküleri, manileri de kapsıyor. Kitap ortaya çıkarken başka hangi alanlarda araştırma yaptınız?

 +Ben kitabı roman gibi yazdım. “Önceden bir kız bir erkek nasıl tanışırdı?” sorusundan yola çıktım. Manilerle elbette. Mani atmak denir, taşlama gibi değildir bizde. İadeli taahhütlü yollanır. Yanıtını da alır. Bu kültürden hareket ettim. Gölpazarı’nın tarihini de araştırdım bunların yanında. Gölpazarı; Osmanlı’nın kurulduğu bölge, Söğüt bizim beri yakamızdır, Köse Mihal’in Osman Gazi’nin at koşturduğu topraklar… “Gölpazarı’nın tarihte kullanılan ilk ismi nedir?” sorusunu sordum. Gölpazarı’nın en eski ismi olarak Göl-Flanoz kullanılıyor. Bu isim beni tatmin etmedi. Tezlerden, eski kaynaklardan tarama yaptım. Özellikle David French’in 1981 yılında yazdıklarından yararlanarak, Gölpazarı’nın ilk ismini yeniden gündeme getirdim. “Tataion”. Bu isim İznik’in ilk konsülünde geçiyor… Bu konudaki çalışmalarımı diğer kitaplarımda detaylıca irdelemeyi düşünüyorum.

 

-O zaman yeni kitap çalışmalarınız da sürüyor şu anda?

 +Evet, evet. “Bilecik’ten Yeni Türküler” adında Harun Atapay ile birlikte çalıştığımız kitabımızın yayınlanması için destek bekliyoruz. Kurtuluş Savaşı dönemi kahramanlarından Mehmet Nuri Efendi’ye yakılan ağıtı da böylece Bilecik ve Gölpazarı’na kazandırmak istiyoruz. Elime geçen bir kitapla ilgili ise çok ilginç bir anım oldu. Hayli yüklü bir miktar vererek aldığım bu kitap daktiloyla yazılmıştı. Ve orada bulunan bilgilerden yararlanarak çıkarmayı düşündüğümüz “Bilecik’ten Yeni Türküler” kitabına iki türkü daha ekledim.

 

Hasan Taşcı ile Geçmişten Günümüze Gölpazarı Röportajı - Arda ÇELİK - www.tahakkum.net.png

II. BÖLÜM


-Elinize geçen bu kitaptan biraz daha söz açar mısınız?

+Elime geçen kitap Bozüyük, Pazaryeri (eski adıyla Pazarcık) ile ilgiliydi. Özellikle Günyurdu köyüne dair detaylar içeriyordu. Kitap kişisel bir çaba ile yazılmış, tek ürün. İçerisinde 10-15 tane orijinal fotoğraf da var. Daha önce elde ettiğim bir kaynakla bilgiler uyuşuyordu. Kitabın sahibini araştırmaya başladım. Ve kimin yazdığını buldum. Fethiye’de yaşayan bir Bilecikli kendisi. Mustafa Yüksel. İletişime geçtik, fotoğrafları kendisine yolladım. Kitabın nasıl ortaya çıktığını sorduğumda, kitabın annesi tarafından kitap olduğu anlaşılmadan çöpe atıldığını; kapıcının almış olabileceğini söyledi. Yıllar ardından elime geçti. Kitabın önemini şöyle görüyorum, Bilecik’e ait oyun havalarının nasıl oynandığına dair yazılı bir belgeye ben denk düşmedim. “Et Koydum Tencereye nasıl oynanır?” sorusunun yanıtı hep görsel. Bu kitapta ise kaşıklı ve kaşıksız oyunların nasıl oynandığı yazıya dökülmüş. Bana göre bu konuda ilk yazılı kaynak. Değerli Hocam Abdullah Gündüz’ün 2008 yılında yaptığı çok değerli “Bilecik Türküleri” çalışmasında da böyle bir kayıt yok.

Yörenin oyun havalarını en başarılı icra eden Kızıldamlar köyü halk oyunları ekibine telefon açtım. Onlar da yazılı bir belgeye rastlamadıklarını söylediler. İşte bu daktiloyla yazılmış, yazanının elinde dahi olmayan kitaptan yararlanarak ikinci kitabımıza eklemeler yaptık. Mustafa Yüksel’in adını geçirerek elbette…

 

-Araştırmalarınız sırasında başka ne gibi tanışıklıklarınız oldu?

+1. Dönem TBMM, Bilecik Milletvekili Mustafa Kemal Güney’in oğlu Bilecik Belediye Başkanı Necmi Güney'in gelini Sema Kadıoğlu ile tanıştım. Kendisinin çok önemli çalışmaları var Bilecik üzerine.

 

-Manav ve Muhacir tabiri, bölgede çokça kullanılır. Peki Manav ve Muhacirlerin düğün adetleri arasında farklılık var mı?

+Manav tabiri, yerleşikler için kullanılıyor; muhacirler ise sonradan gelenler için. Benim saptamalarıma göre arada fark yok. Manav ve Muhacir birbirinin kardeşi. Biri ak çadır diğeri kara çadır. Ak çadır yerleşmiş, kara çadır “ben yerleşmem, ben göçerim” demiş. Çünkü küçükbaş hayvan, keçiler yerinde durmaz. Göçmek zorunda… Kültürler birbirine çok benziyor. Manavlar yerleşik olan diğer Ermeni ve Rum gruplarla kültür alışverişi gerçekleşmiş. Muhacir göç ettiği için ve çevresinde yabancı gruplarla iletişim daha kısıtlı kalmış. Ama kitabı okuyan Manav da Muhacir de bu adet bizde var diyor.

 

-O zaman kitabın, söylemde ve fiilen olan ayrımın; özünde ve kökünde aynı olduğu göstermek gibi bir işlevi yüklendiğini söyleyebilir miyiz?

+Evet. Kitabın kapak fotoğrafı muhacir köyünde çekilmiş. Cemal Engin ve Celil Engin. Kendileri Bulgaristan göçmeni, Kurşunlu Köyü’nden. Aynı adet, (kule adeti olarak da geçiyor), manav köylerinde de mevcut. Ayrıca, bizim köylerde oynanan deve hortlatması oyununu Osmaniye’de Adana’da da gördüm. Ne alaka, değil mi? Bu bağlamıyla, tarihi iyi bilmek gerekiyor. Tarih, halk kültürünü de barındırıyor.

 

-Kültür sürekli kendini yeniliyor ve devam ediyor diyebilir miyiz?

+Yeniliyor ama ana tema aynı. Bir örnek olarak Erfane Adeti’nden bahsetmek isterim. Erfane toplu olarak yeme içme anlamına geliyor. Köylerde bu toplanma esnasında mani atışılıyor, türküler söyleniyor. İlçede ise gelin-damat güvey götürme adeti olarak görülmüş. Yatsı namazının ardından ilahiler eşliğinde damadın gelin odasına götürülmesi olarak yorumlanmış. Toplu yeme içme adetinin yansıması. Özellikle belirtme isteğinin nedenlerinden biri ise Yunus Emre’nin ilahisinden esinlenildiğini düşünmem. Eski kültürümüz, Anadolu coğrafyası ve diğer kültürlerin kaynaşması ile kültür devam etmiş…

 

-Aktardıklarınız bağlamıyla, kültürel süreklilik kendini göstermiş fakat şu anda söz açtığımız kültür ve ögeleri yok olmakta. Bu konudaki görüşleriniz ile röportajı bitirmek isterim.

+Bu kültür şu anda yok oldu zaten. Benim çocukluğumda 23 Nisanlar 29 Ekimler halkın katılımıyla yöresel oyunlar oynanarak kutlanırdı. Şimdi Gölpazarı’na gittiğimde, kutlamalarda, düğünlerde karmakarışık oyunlar oynanıyor. Dedelerimizin ahenkli oyunları yok artık. Bugün Gölpazarı’nın yöresel bir giysisi yok. Var ama yok! Bunun sorumlusunu sadece dedelerimiz, babalarımız olarak görmüyorum. Onlardan çok yöneticilerin sorumluluğu. Yöneticilerin kültürel bazlı çalışma yapması şart! Yoksa unutuluyor, ben bile oynayamıyorum. Bu işi sadece Kızıldamlar köyü yapıyor ama nereye kadar götürecekler? Ayrıca köylerin birbiri arasında da çok farklar var. Bu farklılığın zenginlik olarak korunması gerekiyor. Kitap yazılmasaydı birçoğu belki de unutulup gidilecekti…

Bir mani ile kapatmak isterim, Necla Öz’ün aktardıklarından:

“Mektup yazarsan yârim

Koy kibrit kutusuna

Bizim ordan geçerken

At avlu ortasına”

 

Bu kültürün koruması ve yaşatılması gerekiyor. Bizler bunun adımını attığımızı düşünüyor ve desteklerinizi bekliyoruz.

 

-Değerli zamanınızı ayırdığınız ve bilgilerinizi bizle paylaştığınız için hem okuyacaklar adına hem de Tahakküm Medya'nın paydaşları adına teşekkür ederiz.

 

+Ben teşekkür ederim, görüşmek üzere.

bottom of page